Pokémon Türkiye Forumları | Pokémon ve Anime Paylaşım Platformu

Tam Versiyon: Ölüm Kapısı
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Arkadaşlar bir ara sıkıntıdan yazmıştım sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şu anki bölüm sayısı 1 tanedir.

BÖLÜM 1: WASHiNGTON'DAKi ÇOCUK
Washington’daki bir evdeki çocuk... Yağmurlu bir gündü. Şimşekler çakıyordu. Çocuğun biri pencereden bakıyordu bulutlara. Dört yaşındaydı bu çocuk. Şimşek çaktı. Çocuğun içini bir hüzün kaplamıştı o sırada. Her zaman yağmurda böyle yapıyordu: Pencereye bakıyordu. Ani bir ses duydu çocuk. Döndü ve baktı. Aniden tanımlayamadığı bir cisim belirdi gözüne çocuğun. “John!” diye bağırıyordu o cisim. Ve yaklaştı. Gözlerini kamaştırdı. Cisim biraz daha anlaşılır oldu. John birden kendini tanımlayamadığı bir yerde buldu. Her yer çok pisti ve böcekler kollamıştı etrafı. “Ben neyedeyim?” diye sordu kendi kendine. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Yürürken “Çıt!” sesi duydu. Bir böceği ezmişti. “Paydon!” dedi John aptal bir şekilde.
Bir koridor gördü John. Biraz düşündü ve girmeyi yeğledi. Karanlık bir koridordu bu. Her zamanki gibi böcekleri eziyordu yine. John dikkatlice koridora baktı ışıldayan bir kapı gördü.
Geri adım attı. Yüzünde bir korku vardı. O cisim tekrar ortaya çıkmıştı. Bu sefer ışıldayan odaya birkaç adım attı ve cisim yine kayboldu. John şaşkın şaşkın bakıyordu. İçinden bunun bir rüya olduğunda diledi. “Koca kafalı cisimley dolaşıyoy etyafımda.” dedi John içinden. Derin bir nefes aldı John. Kapıya daha da yaklaştı. Cisim yine çıktı ortaya. John cismin üzerine atladı. Ama yere çakılmıştı maalesef. Bu cisim neydi ve nasıl kayboluyordu iki de bir? Öfkelendi ve duvara kafasını çaktı.
“ÇIK – OYTAYA HEMEN YAYATIK!” diyerek öfkelendi John.
Cevap yoktu hiç. Etraf sessizliğe büründü. Tek duyulan böcek sesleriydi. Çığlıklar savurmaya başladı John.
“Bu ne olabil-” dedi John. Koridor titredi. Taşlar soğumaya başladı. John taşlar gibi soğudu. John’un dişleri takırdarcısına titriyordu. Cisim ortaya çıktı. Etraf tamamen parıldadı. John’un gözleri kapanmaya başladı...
* * *
“UYAN – HADİ!” diye bağırdı bir çocuk.
John gözlerini açtı. “AAAAAAH!” diye bağırdı.
“Ne oldu sana böyle?” dedi çocuk. “Niye bağırıyorsun?”
“Çünkü se-se-se-sen ya-ya-ya-”
“Sen – ne?” dedi çocuk.
“Sonya anlatıyım ben sana.”
“Peki, sen biraz dinlen.”
John bir yatakta yatıyordu. Çıkarken John çocuğun adını sordu.
“Adımı mı?” diye sordu çocuk. “Adım Bill, senin yaşının altı fazlası.”
“Yani on yaşındasın öyle oluysa.” dedi John.

“Ne çabuk bildin sen!” diye şaşırdı Bill. “Çok zekiye benziyorsun.”
Bill şaşkın şaşkın oradan ayrıldı. John onun arkasından baktı. Yastığını başına koydu. Ayağını uzattı ve ellerini birleştirdi. Dinlenmeye başladı John.
O sırada Bill koşa koşa John’un bayıldığı koridora girdi. Işıldayan kapı artık ışıldamıyordu. Sıradan bir kapı gibi, normal bir şekilde açılıp kapanıyordu. “Ahh!” diye iç çekti Bill. “Bugün kapı olması gerektiği gibi - görünmediğini bilmiyordum. Şimdi – John’a bakayım o zaman.” Bill koridordan çıkarken iki hamamböceğini ezdi, geri adım attı. Ölü hamamböceklerine üzgün üzgün baktı. Sonra birini alıp okşadı. “Ne çabuk öldün” dedi. “Ezdiğim için üzgünüm.”
Koşa koşa John’un dinlendiği odaya gitti Bill. Kapıya sertçe vurdu ve içeri girdi. Nefes nefese kalmıştı Bill.
“Meyhaba.” dedi John.
“Sana da merhaba.” dedi Bill. “Ama birkaç gün daha – dinlenmen gerek.”
“Ben buyada kalmaktan sıkıldım. Belki biyaz kalkmama izin veyebiliysin - Billy. Etyafı gezmek istiyoyum.” diye homurdandı John.
“Anlamıyor musun? Dışarıda tehlikeli yaratıklar var ve sadece dört yaşındasın. Sana on yaşındaki biri olarak dışarı çıkmamanı istiyorum.”
“Peki, öyle olsun bayi.” dedi John. “Ben buyada dinlenmeye devam edeceğim ama sen de dışayı – çıkma. Sana da tehlike veyiy”

“Seni sıktım galiba.” dedi Bill. “Yiyecek bir şeyler getireyim.”
Bill yatağın önündeki dolabı açtı. Üç raflı bir boş dolapla karşılaştı. Tek yiyecek en alt raftaki lahana çorbası paketiydi. Üstünde de bir not vardı.
“Lahana çorbasına ne dersin John?” dedi Bill.
“Kendine en beybat yiyecekleyin listesini çıkay. Ben – sevmiyoyum.”
“O zaman aç kalacaksın.” dedi Bill hafiften öfkelenerek. “Neyse, şu notu okuyayım.”
Notta önemli gibi görünmeyen bir şeyler yazıyordu.

“Bu lahana çorbasını yapmamızın nedeni lahanayı sevdirmekti. Bu lahana çorbasının özel bir formülü vardır fakat bunu bilmiyorlar insanlar. Bu formülü kimse bilmemelidir. Formülü bu fabrikanın kurucusu Ambry dışında biri öğrenirse Dünya’mız tehlikeye girecektir.”
Çorba Şirketi Müdürü Horas

“Bu not hiç önemli görünmü-” derken arkadan bir tokat yapıştı. Bill döndü. Bir insan gördü. Hemen dışarıya geçtiler.
“Peter, sen-”
Bu insanın adı Peter’dı. Bu insan bir ara matematik öğretmeniydi. Bir kazada kılpayı kurtuldu, bundan dolayı matematik öğretmenliği bırakmıştı Peter. Sonra dinlenmek için otel ararken bu zindanı bulmuştu. “Bill, ne şans! Beni tanıdın – sen” diye şaşırdı Peter.

“Dur Peter, ben burada dört yaşında olan bir çocuk tanıyorum.
Gördüğüm dört yaşındaki çocuklardan en zekisi buydu. İnanamıyordum ona... Nasıl – o kadar zeki oluyor anlamadım.”
“Biliyorum o çocuğu, o doğarken doktorun yanındaydım, ben John’un annesinin matematik öğretmeniydim. Daha doğarken bana baktı, kâğıdı aldı ve kalemle 16.16=256 yazdı.”
“Bana daha basit bir şey söyledi. Altıya kendi yaşını ekledi ve benim yaşımı buldu. Yani on yaşında olduğumu bir çırpıda hesapladı.”
Bill burnunu temizledi, sümkürdü, peçetesine kurumuş katı sümük parçaları geldi. Sözüne devam etti:
“John bunları benim yaşımda öğrensin Peter. Kendisinin bir özel insan olduğunu kendisi – bilmiyor. Lütfen ona haberdar etmeyin, on yaşına gelene kadar.”
“Ama Billy, onun on yaşında olmasına altı yıl var. Niye dikilip bekliyorsun ki? Gidip John’la ilgilen, ışıldayan kapıyı merak edip odadan – ayrılma.”
“Bu arada yemek dolabındaki lahana çorbasının üstünde bir mesaj vardı.”
Bill Peter’a bulduğu mesajı verdi.
“Bunu bir ara – incelerim. Sen John’la ilgilen. O geceleri tek başına kalırsa çok korkar. Zaten geceye birkaç saniye kaldı.”
Bunu duyan Bill koşa koşa John’un odasına doğru koşmaya başladı. Bill John’un odasına girdiğinde John’un hain hain gülümsediğini fark etti.
“Ne oldu John?” dedi Bill. “Niye hain hain kıkırdıyorsun?”
John sümüğünü karıştırdı ve fırlattı.

“Sen dışayıdayken annemin – matematik öğyetmeninle konuştuğunu duydum. Ne dedikleyini anlamadım ama cihazlayla ilgili çalışan teknolojik aletley ile ilgili biy fikyim vay.” dedi John. “Bu yüzden kıkıydıyoydum. Petey – geyi dönmüştü. Çok heyecanlandıydı beni.”
“Öyleyse doğarken yazdığın matematik işlemlerin neydi Bay Özel İnsan?”
“25.25=625 ediyoy Bill. Döydü tekyaydan sekiz keye çaypaysan 65536 edey. Öyneğin 2 üssü 12’nün cevabı 262144 ediyoydu.”
* * *
Bill bunalıma girmiş gibi gözüküyordu. Koridordaki bir sandalyede mutsuz bir şekilde oturuyordu. Suratındaki ifade çok kötüydü. Her suratı asıldığında John’un zekası Bill’in aklından tıpkı bir film şeridiymiş gibi geçiyordu. Tüm işlemler, kuramlar, makineler, cihazlar, fizik kuralları... Hepsi Bill’i rahatsız ediyordu. İçinde hem kıskançlık hem övme duygusu hem sevinç hem üzüntü hem de öfke vardı. Koridordan birkaç insan geçiyordu hep. Hepsi Bill’e 3.kata nasıl çıkılacağını soruyordu. Ama Bill her zamanki gibi suskun suskun sandalyede oturuyordu. Koridordan yine birkaç insan geçti. Arada Peter da vardı. Peter Bill’in üzüntüsünü fark etmişti. Bill’in oturduğu sandalyeye oturdu Peter hemen.
“John için – üzüldüğünü biliyorum Bill.” dedi Peter. “Gizlemene hiç gerek yok, tüm duygularını anlıyorum.”
Bill hâlâ suskundu, tek cevap bile gelmiyordu. Bunun üzerine Peter sorduğu soruyu özetlenmiş halini tekrarladı. Bill bu sefer bir gık sesi çıkarmaktan başka bir şey yapmadı. Sonra sandalyeye iyice yaslandı.

“Offf!” diye iç çekti Bill. “Keşke özel biri – olsaydım. Tıpkı bizim John gibi. Olsaydım da dünyayı kurtarsaydım falan filan”
“Her insan dünyayı kurtararak özel olmak zorunda değildir. Özel insanların özel olmasının nedeni azmi-” dedi Peter.
“Beni teselli ettiğin için teşekkür ederim.” dedi John. “Artık John ile daha iyi vakit geçirebilirim.”
* * *
Bill John’un odasındaydı. Dolabı açtı ve lahana çorbası tozunu çıkardı. Bulduğu bir tasa döktü. Hemen mutfağa geçti ve tüm çorba tozunu bir tabağa attı. Birden kendi kendine tozlar erimeye başladı ve tabak lahana çorbasıyla doldu. Lahana çorbasının üzerinde “AMBRY” yazıyordu. Bill o yazıyla ilgilenmeden çorbayı John’a ***ürdü. “Bu çoybanın üzeyinde “AMBRY” yazıyoy. Yoksa biy şifye mi bu? Bu ayada biy yudum bakayım tadına belki sıyadan biy lahana çoybası değildiy heyhalde.” dedi John.
Çorba kaşığına hiç dokunmadı John. Ellerini çorbanın üzerine odakladı. Çorbayı çekiyormuş gibi yaptı. Ellerini yukarıya doğru kaldırdı. Çorbada elleriyle beraber geldi. Ağzını açtı. Tek parmağını oynatmasıyla tüm çorba ağzına girdi.
“DAHA DEMİN – SEN NE YAPTIN?” diye öfkelendi Bill.
“Daha demin yaptığım telekineziydi.” dedi John. “Yani sadece beynimi kullanayak biy cismi kaldıyıp başka yeye taşımak.”
“Olanlar beni şaşırtıyor – gerçekten.” dedi Bill.
Bill kalktı. “Afiyet olsun” dedi ve odadan çıktı.
* * *
Bill son süratle ışıldayan kapının olduğu koridora girdi. Kapıya

yaklaştı ve hemen sola döndü. Koşa koşa bilmediği bir
merdivenden çıktı. Son süratle koşmaya devam etti. Bir daha sola döndü. Sonra sağa döndü ve çıkmaz bir yola girdi Bill. Çok yorulmuştu. Nefes nefese kalmıştı. Hemen duvara çaktı kendisini ama bir şey olmadı duvara. Duvar normal bir duvar gibi dimdik adamın önünde duruyordu.
“Neyse, John’a döneyim.” dedi Bill.

Devamı gelecektir kendi yapımımdır